CHP’nin Günah Galerisinde Arvaslar
.

VANLININ NOT DEFTERİ
-CHP’NİN GÜNAH GALERİSİ VE ARVASLAR
Van'da dindar kimlikleriyle bilinen Arvasların, 1923’lerden 1960’lara kadar uzanan dönemde ülke siyasetiyle kurduğu ilişkinin merkezinde CHP vardır. .
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (SAV) soyundan geldiğini ifade eden ve toplumsal algıda “dindar” kimlikleriyle tanınan Arvasların, 1923'ten 1960’a kadar Cumhuriyet Halk Partisi'nde milletvekili olarak görev almaları hem bölgenin siyasi tarihi hem de dini-sosyolojik yapısı açısından dikkat çekici bir örnektir.
Tek Parti döneminde, Van Milletvekilleri arasında İbrahim Arvas öne çıkar. Arvas, 1923–1950 yılları arasında CHP milletvekili olarak görev yapmıştır:
- Van’dan: 2., 5., 6., 7. ve 8. dönem,
- Hakkari’den: 1., 3. ve 4. dönem milletvekilliği yapmıştır.
1960'lara kadar CHP bayrağını alan Arvas, Abdulhakim'dir.
Mustafa Kemal Paşa’ya hayranlığıyla bilinen İbrahim Arvas, dönemin şartlarında okul, yol gibi yatırımların talep edilmesi yönünde girişimlerde bulunmuş; ancak yaşandığı dönemde, Zilan Olayı (1930) ve 33 Kurşun Olayı (1943) gibi insani dramın yaşandığı olaylarda sessiz kalmakla eleştirilmiştir.
Cumhuriyet Gazetesi'nin haberine göre 13 Temmuz 1930’da Zilan Vadisi’nde 15.000 kişi, farklı kaynaklara göre hayatını kaybedenlerin sayısı daha fazladır. O dönem Hakkâri Milletvekili olan İbrahim Arvas, hayatını kaybedenler arasında çocuk ve yaşlı olmasına rağmen diğer CHP'li milletvekilleri gibi sessizliğe bürünmüştür.
1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde yaşanan “Muğlalı Olayı” (33 Kurşun Katliamı), Muradiye'de hayatını kaybeden yüzlerce insanın acısını yaşandıkları dönemde değilde vekilliği sona erdikten sonra kaleme aldığı “Tarihi Hakikatler” adlı kitabında bu dıramları itiraf eder, sorumluluğu İsmet İnönü’ye yükler. 1950’den sonra CHP’de yer bulamayan Arvas, Van’da yapılan haksızlıkları sorumluluğun İnönü’ye yükleyerek şöyle der:
“1943-1944 senelerinde (...) 33 vatandaş suçsuz olarak, bir gece yarısında, hududa götürülecek diye, evlerinden alınmış (...) hepsi kollarından iplerle bağlandıktan sonra kafile halinde şehirden uzağa götürüldü. Bir derecede, bütün ana baba ve akrabalarının gözü önünde kurşuna dizildi. Huduttan kaçarlarken vuruldular diye, yalan bir rapor verildi. O yıl şark vilayetlerine seyahat eden Reisicumhur İsmet Paşa, Van'da Muğla'lı Mustafa Paşa ile kol kola gezdi. Bunun anlattığı mana emri ben verdim demektir. Yine o yılda, Muradiye'de de 37 kişi gece yarısı üçer dörder götürülerek, dere içlerinde süngülenerek öldürüldü. Kara Köprü yakınlarındaki 30 köyden toplanan muhtar ve ihtiyar heyetlerinden 103 kişi, bir gecede, paraları ve elbiseleri soyulduktan sonra, hepsi süngü ile öldürülerek, cesetleri küme halinde, kara taşların altına konuldu. Bu cinayetlerin hepsi, (…) o zaman başvekil ve sonradan Reisicumhur bulunan Malatyalı İsmete Paşa’nın emri ile yapıldı" [1]
1950'de İsmet İnönü’nün kendisine listede yer vermeyince İbrahim Arvas tepkiyle bağımsız aday olur; ancak beklenen desteği bulamaz ve 2 bin oy bile alamaz. .
Arvasların CHP ile ilişkisi İbrahim Arvas’la bitmez. 1957’de yapılan milletvekili seçiminden ailenin diğer bir mensubu Abdulhakim Arvas, yine CHP’den milletvekili seçilir. DPye ve Menderes’e çok sert muhalefetin yapıldığı bu dönemde Melen’le birlikte Abdulhakim Arvas’ta CHP Van Milletvekilidir. Arvas Ailesinden bireyler, CHP karşıtı bir partide siyasete atılmanın risk olduğu 1960’lara kadar CHP çizgisini tercih ettiği görülmektedir. .
1983-87 yılında ANAP'ı tercih eden Hüseyin Aydın Arvas, sol çizginin dışındaki ilk Milletvekilidir.
Arvas Ailesi’nin Van siyasetindeki hikâyesi, aslında Türkiye’nin yakın tarihinin küçük bir özeti gibidir. Dindarlıkla siyasetin, inançla iktidarın, soyla gücün iç içe geçtiği bir dönemin tanıklığı da denebilir.
Arvas Ailesi’nin Van siyasetindeki hikâyesi, bir ailenin değil, bir dönemin aynasıdır. Dindarlık, sadakat, iktidar ilişkileri ve sessizlikler üzerinden okunduğunda, Arvasların hikâyesi Türkiye’nin erken Cumhuriyet dönemindeki devlet-din-siyaset üçgeninin yerel izdüşümünü röntgeni olarak kabul görebilir.
SON SÖZ YERİNE:
Kendilerini Peygamber soyundan gelen “seyit” olarak tanıtan kişilerin, aynı zamanda Kürt ya da Türk kimliği üzerinden tanımlanmaları da dikkat çekicidir.
Zira Peygamber Efendimiz Arap’tır; bu bağlamda, etnik üzerinden yapılan soy iddiası Arap olmayı zorunlu kılar. Soy iddiası etnik değil, dini bir aidiyet olarak tanımlanıyorsa o zaman sorun yoktur. Hatırlatmak gerekirse soy bağı, hiçbir kimseye ahlaki ya da toplumsal üstünlük kazandırmaz. İslam inancına göre kişinin değeri, soyundan değil amelinden gelir.
[1] İbrahim Arvas. "Tarihi Hakikatler". S, 88-89
